Herkese merhaba. Bugün sizlerle Günebakan kitabının yazarı Elif Güçlüten ile yapmış olduğum keyifli sohbeti paylaşıyorum.
Öncelikle bu denli sıcak kanlı bir yazarla tanışmış olmaktan çok mutluyum.
Bildiğiniz üzere Düz Yazı Yayınevi sponsorluğunda gerçekleştirmekte olduğum çekiliş sayesinde ilk romanı olan Günebakan'ı keşfetmiş oldum.
Oldukça ilginç bir konuyu işleyen kitabı okurken bile kafamda çeşitli sorular şekillenmeye başlamıştı.
Ayrıca kendisiyle sohbet ederken röportajda yer almayan birçok konu hakkında da konuşma fırsatı bulduk.
En yakın zamanda sağlığına kavuşması ve hayranlarını yeni kitabıyla buluşturması dileğiyle röportajımıza başlıyorum.
Merhaba Elif Hanım, öncelikle
sizinle röportaj yapabilme şansı elde edebildiğim için çok mutluyum. Bize biraz kendinizden bahseder misiniz?
1977 Eylül İstanbul doğumluyum. Liseyi Marmara Koleji’nde okuduktan sonra Bilkent Üniversitesi İşletme Bölümü’nden 1999 yılında mezun oldum. Üniversiteden mezun olur olmaz da kendimi finans sektöründe yoğun bir iş temposunun içinde buluverdim. Yazmaya olan tutkum oldum olası vardı. Fakat maalesef iş hayatının akışında pek de zaman ayıramadım uzun yıllar. Derken (belki de monoton iş hayatından uzaklaşıp deşarj olmak ve de manevi tatmini sağlamak için arayış içerisinde olduğum bir dönemde) bir arkadaşımın önerisi üzerine blog açmaya karar verdim. Doğrusu içimde dinmek bilmeyen ve bastırılmış bu tutkuya biraz zaman ayırmanın vakti de gelmişti. 2009 yılında “Şehirli Kızdan Hikâyeler” adlı kişisel bloğumda yazılarımı okuyucularla paylaşmaya başladım. O gün bugündür de yazmaya devam ediyorum. Yazmak dışında tam bir doğa ve Ege aşığıyım. Bulduğum her fırsatta kendimi yeşilin ve de Ege’nin kollarına bırakıyorum. Uzun yıllar amatör olarak binicilik sporuyla uğraştım. Gezgin, gurme, hayvansever, kabına sığmayan bir insanım.
Yazarlar her duyguyu iki kat fazla yaşarlar. İki kat
fazla üzülür, hüzünlenir. İki kat fazla gülerler. Yeri gelir iki kat fazla
kızarlar. Sesleri de sessizlikleri de iki kat fazladır. Hayatı manen hep
uçlarda yaşarlar. Zaten bu yüzden “yazar”dır onlar. Hissiyatları yoğun,
kelimeleri doygun… İşte ben de böyle biriyim…
Peki kitap yazmaya nasıl karar
verdiniz?
Şehirli
Kızdan Hikâyeler bloğunda büyüdüm, hatta olgunlaştım
diyebilirim. Kelimelere hayat verebildiğimi, onların sadece harflerden ibaret
olmayıp, bilakis efsunlu olduklarını burada keşfettim. Gittiğim yerlere
okuyucularımı kelimelerimle götürdüm. Hissettiklerimi yine kelimelerimle
yaşattım. Gördüklerimi benim gözümle gördüler, duygularımı ben gibi yaşadılar
kelimelerim sayesinde. Kimi zamansa okuyucularımı tanımıyor olmama rağmen
duygularına tercüman oldum.
Okuyucularımın
kıymetli yorum ve geri bildirimleri ile tabii ki benim de blog sayfalarına
sığmaz olduğumu fark etmem sonrasında kitap yazmaya karar verdim. Zira birkaç
sayfalık yazılar bana da yetmez olmuştu.
Yazmak bir bağımlılık
adeta benim gözümde. Bir aşk… Bir tutku… Varoluş nedenimin yazmak olduğuna
inanıyorum. Kelimelere hayat verebildiğim müddetçe de yazmaya devam edeceğim.
Kitabın giriş kısmında ‘’Sevmeye de sevgisine de doyamadığım, zamansız kaybettiğim meleğimin
hatırasına…’’ cümlesi yazılı. Çok özel olmazsa kitabı adadığınız kişiyi
bizimle paylaşır mısınız?
Günebakan’ı yazım sürecinde hep yanımda olan
ve maalesef hiç beklenmedik bir şekilde kaybettiğim sadık dostuma, kızıma ithaf
ettim. İlk bebeğim biricik köpeğim idi. İkincisi ise Günebakan oldu. Bir
anlamda onu ölümsüzleştirmek istedim.
Kitapta oldukça farklı bir konu
işliyorsunuz. Günebakan’ın doğuşunda neler etkili oldu?
Günebakan benim kaleme aldığım ilk
kitap. İlk kitabı yayınlanacak ve tanınmamış bir yazar olarak konusuyla
benzersiz ve mesaj verici nitelikte olmalıydı. O yüzden göğüs kanserine
yakalanan bir erkeğin hayata tutunma mücadelesini kaleme aldım.
Aslında göğüs kanseri
hem yazılı hem görsel anlamda işlenmiş bir konu. Lakin daha ziyade kadında
göğüs kanseridir konu edilen. Benim bildiğim kadarıyla erkekte göğüs kanseri,
belki de ender rastlanıldığından, çok da işlenmiş bir konu değil. Kansere karşı
farkındalık yaratmak adına bu hastalıkla mücadele edenlerin yaşadıklarını,
duygusal anlamda hissettiklerini gözler önüne koymaktı amacım. Maalesef kendimizin
ya da yakınımızdakilerin başına bu tarz elim olaylar gelmedikçe (Allah
kimselere vermesin) aklımıza getirmiyor ve önlem almıyoruz. Halbuki kanser
tedavisi mümkün bir hastalık. Yeter ki erken teşhis edilsin.
Kendi ailemde de kanser var. Teyzemi ben küçükken göğüs
kanserinden kaybetmiştik. Annemin ise neyse ki erken teşhis sonucunda sadece
göğsünün bir kısmını aldılar. Sadece ışın tedavisi görüp, kemoterapi
almadığından şanslıydık. Ben de risk
grubundayım. Ve her sene düzenli kontrollerimi yaptırıyorum.
Dediğim gibi ailede kanser vardı, lakin ben bile kanser
hastalarının yaşadıklarını bu denli detaylı bilmiyordum. O yüzden bu hastalığı
kaleme alıyor olmak aslında çok da kolay değildi. Zira okuyucuya o hissiyatı
vermek adına sanki benim başıma geliyor gibi, o süreci bizzat yaşamışım gibi
kaleme almalıydım. Aksi takdirde duygusunu okuyucuya geçiremezdim. Behiç’in
göğüs kanseriyle mücadelesi sırasında yaşadığı iç çatışmalar, ikilemleri okura
hissettirmek adına empati gücümü kullandım.
Göğüs kanseriyle ilgili araştırmalar yaptım. Tıbbi
makaleler okudum. Kanser hastalarının aileleriyle görüştüm. Zira bu hastalığı
yaşayan sadece hastanın kendisi olmuyor. Mücadeleyi tüm aile fertleri,
sevdikleri veriyor.
Günebakan da işte böyle bir kitap. Her sayfasında
gerçek hayattan acısıyla tatlısıyla kesitler içeriyor. Hayata tutunma
mücadelesini, aşkı, tutkuyu ve tabii ki hayat denilen yaşadığımız her anın
kıymetini bilmemiz gerektiğini anlatıyor.
Çoğu okuyucum kızıyor bana hüzünlü sonundan ötürü. Ama
Behiç’i bir nevi ölümsüzleştiren ve akıllarda bırakan da aslında gerçekçi bir
sonla bitiyor olmasından kaynaklanıyor.
İlk kitabınız olan Günebakan, kitapseverlerle
buluşana dek ne gibi maceralar atlattı?
Romanın yazma safhası, bana göre işin kolay tarafıydı.
Daha doğrusu buz dağının görünen kısmı. Asıl zor kısmı yayınlatma aşamasıydı.
Yani yayınevlerine taslağınızı gönderip de olumlu haber gelmesini dört gözle
beklediğiniz süreç. Yeni yazarlara tavsiyem sebat etmeleri ve asla vazgeçmemeleri.
Ret cevapları onları yıldırmasın. Benim de ret cevabı aldığım oldu. Bazı
yayınevleri yanıt dahi yollamıyor.
Tam da Günebakan’ın bir Word dokümanı olarak ilelebet
bilgisayarımda kalacağını düşünüp umutsuzluğa kapılmışken Düz Yazı Yayınevi hayallerimi
gerçeğe dönüştürdü.
Bakmayın öyle hayıflandığıma. Bu süreç oldukça
keyifli ve heyecanlı geçti inanın. İmza almak isteyenler, yorumlarını
paylaşanlar… Sabancı Üniversitesi Bilgi Merkezi’nce düzenlenen 7. Edebiyat
Etkinliği kapsamında konuk yazar olarak katıldığım söyleşi… Hayatımda bir ilki
yaşadım, yaşıyorum da. Mutluluğumu kelimelerle tarif etmek bir hayli zor.
Romanınızın gelirinin bir kısmı
Düzyazı Yayınevi tarafından Memeder’e (Meme Sağlığı Derneği) bağışlandı. Bu
konu hakkındaki düşünceleriniz neler?
Kaleme aldığım bir
kitabın böylesine güzel ve anlamlı bir olaya vesile olması tabii ki gurur
verici. Meme Sağlığı Derneği ile ben de sürekli irtibat halindeyim. Bu
hastalıkla ilgili farkındalık yaratmak adına her zaman da bu tür derneklerin yanlarında
ve destekçileri olacağım.
Karakterin isimlerini seçerken nasıl bir yol
izlediniz? (Behiç Buğra Ferruhoğlu ve Füruzan)
Güçlü bir erkek karakter yaratmaktı
gayem. Derinlerde bir yerde de duygusal yönü olan... Bu öyle biri olmalıydı ki
kanser öncesinde hayata hep güler yüzle bakan, her şeye sahip bir erkek. Hatta
kadınların hep hayalini kurduğu dış görünüş ve olanaklara sahip bir adam. Hastalık
sonrasında ise güler yüzünden eser kalmayan, kendine güvenini yitirmiş biri.
Behiç ismi de şen ve güzel yüzlü kimse anlamında. Biraz da eski Türk filmlerini
andıran bir ismi olsun istedim. Güler yüzlü bir adam Behiç Buğra Ferruhoğlu işte
böyle doğdu…
Behiç’in
annesini güneşi olarak görüyor olmasından yola çıkarak, aşık olacağı kadın da
yıldızı olmalı diye düşündüm. Bu öyle bir yıldız olmalıydı ki, hayatının en
karanlık döneminde ona ışık tutmalı ve parlak olmalıydı. Ve Farsça kökenli
parlayan, parlak anlamındaki Füruzan’da karar kıldım.
Yani aslında isimler
karakterlerin oluşumunda ve hikâyenin gidişatını belirlenmesinde önemli rol
oynadı diyebilirim.
Erkek karakterin ağzından anlatılan
hikâyede, sizin için bir kadın yazar olarak avantajlı ya da dezavantajlı
durumlar söz konusu muydu?
Erkek karakter yazmak kolay olmadı tabii
ki. Günebakan’ı 2013 yılında üç buçuk ayda yazdım. O süre zarfında ben adeta Behiç
olmuştum. Tüm bu süreyi onun gibi düşünüp, onun olaylar karşısında ne tepkiler
vereceğini anlamaya çalışarak, ana karakterimle bir anlamda bütünleşerek
geçirdim. Belki de anlatımının bu denli etkileyici olmasında bunun büyük etkisi
olmuştur. Yani karakterle bir bütün olmak.
Bir kadın olarak bir
erkek gibi düşünmek, hareket etmek, hissetmek gerekti hikâyeyi gerçekçi kılmak
adına. Üstelik de ana karakterin kendi ağzından okuduğumuz bir roman yazmak
zorlayıcı oldu elbette. Ama mücadeleciyimdir, zoru severim. Üstesinden
geldiğimi düşünüyorum.
Behiç, Füruzan’ı tanıyana kadar daima yüzeysel ilişkiler yaşadı. Sizin
günümüz kadın erkek ilişkilerine bakış açınız nedir?
Behiç’in Füruzan’dan önceki hayatı
aslında günümüzde sıklıkla karşılaşabileceğimiz türden bir durum. Maalesef ilişkiler
çok yüzeysel artık. Her şeyi olduğu gibi aşkı da tüketir olmuşuz. Romantizmin,
saygının, sadakatin, bağlılığın giderek azaldığını düşünüyorum. Öyle ki
romantizm artık çekilen bir kısa mesajdaki gülen surat olabiliyor. Veya sosyal
medyadaki bir durum güncellemesi. Hatta ayrılıklar bile sanal ortamda yapılır
olmuş. Sadece kadın erkek ilişkilerinde değil, insan ilişkilerindeki genel
gidişat da bu yönde.
Yağmurda el ele
yürümeyi sevecek kadar romantik biri olmadım hiç ama hayatta birazcık yeri
olmalı diye düşünüyorum romantizmin. Aksi takdirde hayat çekilmez olur.
Günebakan çok kısa sürede okunulan bir kitap. Bunu üslubunuza mı yoksa
kitabın konusuna mı bağlıyorsunuz?
Konu bakımından oldukça can alıcı, benzersiz ve etkileyici olduğunu düşünüyorum. Diğer taraftan akıcı, anlaşılır bir yazım dilim var. Betimleme ve tasvirlerimin insanların olayları, roman karakterlerini zihinlerinde resmetmelerine olanak sağladığını düşünüyorum. Böylelikle de hikâyenin içine girebiliyorlar. Türkçeyi iyi kullanıyor olmamın ve birinci ağızdan yazıyor olmamın da etkisi olduğunu düşünüyorum. İçtenlikle ve yürekten gelerek yazılanların okuyucuya o hissiyatı geçirebildiğini görmenin verdiği haz muhteşem.
Behiç’in Füruzan’la ilişkisinin başladığı
kısımdan sonra romanın özellikle kısa tutulduğu düşüncesindeyim. Sizce kitap
biraz daha uzatılabilir miydi?
Aslında Füruzan için bir devam kitabı
yazma niyetindeydim. Yani Füruzan’ın Behiç ile tanışmadan önceki hayatı,
Behiç’in kanserle mücadelesi sırasında Füruzan’ın hissettikleri üstelik de
hamile bir kadının yaşadığı bu zorlu süreci ve tabii ki Behiç’ten sonra
çocuğunu yalnız başına büyütmek zorunda kalan bir kadın olarak Füruzan’ı konu
eden ayrı bir kitap yazmaktı arzum. Bir de tabii konu göğüs kanseri üzerine
olduğundan ana karakterin içinde bulunduğu hazin durumu ön plana çıkartmaktı
gayem. O yüzden Füruzan’ın hikâyesine kısa tuttum. Her ne kadar ikinci kitap
olarak başka bir konuyu tercih ettiysem de, bakarsınız üçüncü kitap Füruzan’ın hikayesi olur.
Evet, ünlü şairlerin şiirlerinden
dizelere yer verdim Günebakan’da. En son şiir, Füruzan’ın Behiç’e yazdığı şiir
ise bana ait. Eski erkek arkadaşıma yazmıştım ayrıldığımızda, tabii onun bundan
hiç haberi olmadı.
Nazım Hikmet ve Can
Yücel’in koyu hayranıyım. Yahya Kemal Beyatlı, Cahit Sıtkı Tarancı, Necip Fazıl
Kısakürek de çok sevdiğim diğer şairler.
Şair demişten yazarlardan bahsetmeden olur mu?
Ne yazsa okurum dediğiniz ya da severek okuduğunuz yazarlar var mı?
Günümüzün “yeni” yazarlarıyla ilgili
düşünceleriniz nedir?
Bir sürü yayınevi var piyasada, ekmek
peynir satar gibi kitap basıyorlar. Olay bir kitabı basma kararını verirken
edebi niteliğinin değerlendirilmesinden çıkmış, ticarete dökülmüş adeta.
Sektörde yazar sıfatını hak edenler de var, ama maalesef hak etmeyenler de.
Mutlaka herkes bir emek harcıyor eserine. Fakat kanımca sapla saman ayrılmalıdır.
Bunun için de ülkemizde ciddi bir sorun olarak düşündüğüm, popüler kimliğe
sahip ve fakat kitap kritiği yapacak birikime sahip olmayan kişilerin edebiyat
eleştirmeniymiş gibi değerlendirme yapmak yerine, bu işten elini eteğini çekmesiyle
giderilecektir. Sektör zaten belli başlı yazarların çevresinde döndüğünden yeni
yazarların var olması bir hayli zor. Hatta hiç basılmadan harcanan bir sürü
yetenek olduğunu da düşünüyorum. Çünkü büyük yayınevleri de satar mı satmaz mı
gözüyle baktıkları için yatırım yapmıyorlar tanınmamış yazarlara. Bu da “Her
şey popülarite mi?” ya da “Türk edebiyatı nereye gidiyor?” sorularını sormamıza
neden oluyor haliyle.
Şu an hangi kitabı okuyorsunuz?
-
Kürşat Başar - Yaz
Kitapta geçen şarkı ( Tears in the heaven ) sizin
için önemli bir şarkı mıdır?
Günebakan’ı yazarken Eric Clapton’ın bu
şarkısı sürekli karşıma çıktı. Arabaya biniyorum, kontağı çevirip radyoyu
açıyorum… Bammm tears in heaven çalıyor. Bir alışveriş merkezine gidiyorum yine
aynı şarkı… Asansöre biniyorum bammm yine o! Bir keresinde de başka bir yazar
arkadaşımdan yayın süreci hakkında bilgi almak amaçlı bir cafe’de buluşacaktık.
Cafe’den adımımı atar atmaz yine bu şarkı çalmaya başlamıştı. Yani 90’lı
yıllarda çıkan bir şarkının bu kadar sık karşınıza çıkıyor olması nasıl bir
tesadüftür ki?
Yine bir gün kırmızı
ışıkta bekliyorum arabada. Bir anda “Tears in Heaven” çalmaya başladı. İşte o
30-40 saniyelik sürede benim gözümde o son sahne canlanıverdi. Kitabın kaderini
ve belki de benim kaderimi bu şarkı belirledi diyebilirim.
Tears in Heaven ( Eric Clapton )
Biraz da kitap dışında konulardan söz edelim.
Hayvansever biri olduğunuzu biliyorum. Hatta Mischa adında sevimli bir
köpeğiniz de var. Peki hayvanlara karşı yapılan zulümlerin suç değil de kabahat
sayılması konusunda ne düşünüyorsunuz?
Evet, Mischa henüz dört aylık bir
Cavalier King Charles. İlk köpeğimin ölümünden sonra zorlu bir kendine gelme süreci
ve yeniden bir köpek alabilir miyim ikilemini atlattıktan sonra bir pet shop’tan
aldım onu. Okuyucular hemen kızmasın bana. Çünkü tam bir kurtarma operasyonuyla
aldım diyebilirim.
Hayvanlara
yapılan zulümlerin suç değil kabahat sayılması konusuna gelir isek, maalesef
hayvan haklarını koruyan ve caydırıcı yaptırımlar sağlayan kanunlar yok
ülkemizde. İçim sızlıyor böyle haberleri gördükçe. Aslında alıp da sonra sokağa
terk edenlere de birtakım cezalar öngörülmeli bence. Barınakların durumu içler
acısı.
İnsanoğlunun
dünya üzerine gelmiş ve giderek yayılmakta olan bir virüs olduğunu düşünüyorum.
Zira yeryüzünde kendi türü de dahil olmak üzere hiçbir canlıya yaşam hakkı
bırakmayan yegâne varlıklarız.
Sosyal Medya Ağları’nda oldukça
aktifsiniz. Peki sizce Facebook,
Instagram ya da Twitter gibi paylaşım siteleri kişileri kitap okumaya teşvik
ediyor mu?
İstatistiklere göre Türkiye'de bir kişi
on yılda bir kitap okuyor. Okuma alışkanlığının olmaması yeni bir durum değil
aslında ve sanal ortamların giderek her anlamdaki sosyalleşmenin de önüne
geçtiği günümüzde, kitap okuma oranının daha da düşeceğine inanıyorum. Biraz
ailelere de sorumluluk düşüyor bu konuda. Çocuklar tablet oynamayı kitap okumaktan
daha eğlenceli bulurken, bu alışkanlığı kazandırmak zor olacağa benziyor. Ebeveynlerin
bu anlamda tableti eline alınca sesi çıkmıyor düşüncesinden sıyrılıp,
çocuklarına kitap okuma alışkanlığı kazandırmaları önemli tabii ki.
Paylaşım siteleri kitap
okumaya teşvik eder mi sorusuna gelir isek, insanlarda popüler olanı yapma
eğilimi var malumunuz. Özçekim kavramı da öyle yaygınlaşmadı mı zaten?
Çoğunluğun yaptığı şeyi yapma algısı yaygın. Bu anlamda Instagram, Facebook, Twitter gibi ortamların teşvik etmesini “temenni” ediyorum açıkçası. Diğer
taraftan yeni yazarların tanınırlıklarını artırmada bulunmaz bir fırsat olarak
görüyorum. Tüm dünya parmaklarınızın ucunda ne de olsa. Reklam yapma ve
kendinizi ifade edebilme imkânını ilk elden size sunar durumda tüm bu saydığımız
paylaşım siteleri.
Yeni kitabınızın yolda olduğunu
biliyorum. Sizden konusu ile ilgili ufak bir ipucu rica etsem?
Yeni kitabımın adı “Gülizar”. Adından da
tahmin edileceği üzere bir kadın bu defa ana karakterim. Konusuna gelir isek,
gerçek hikâyeden esinlenerek kaleme almaktayım. Günebakan kadar, hatta daha da
can alıcı, elinizden düşüremeyeceğiniz, bir solukta okuyacağınız bir kitap
olacak. Yüreklerinize işleyecek Gülizar’ın hikâyesi…
Peki yeni kitabınız ne zaman okurlarla
buluşacak?
Bir takım sağlık sorunlarım yüzünden
kitaba vakit ayıramadığımdan beklediğimden geç bitecek gibi görünüyor.
Önümüzdeki yıl yine bahar aylarında raflardaki yerini almasını
temenni ediyorum.
Son olarak sizin röportajı okuyanlara söylemek
istediğiniz bir şeyler var mı?
Kıymetli yorumlarını bana ileten,
desteğini esirgemeyen tüm okuyucularıma teşekkür ediyorum. Günebakan’ı okurken
Behiç için gözyaşı dökenlere de lütfen bana kızmayınız diyorum. Size de
röportaj için teşekkür ederim. Sevgiyle kalın, okur kalın.
Sorularıma verdiğiniz içten yanıtlar için çok
teşekkür ederim. Umarım yeni kitabınızda da Günebakan’la yakalamış olduğunuz
başarıyı devam ettirirsiniz.
Çok doyurucu bir röportaj olmuş. Seni tebrik ediyorum glorrry. :)
YanıtlaSil